Atomların kararlılığı.

Bu yüzyıldaki Gazların Kinetik Kuramı, Klasik Fiziğin çok önemli buluşlarından biriydi. Bu kurama göre, hiç bir molekülü dışarı kaçırmayacak ideal bir gaz kabındaki N molekülün toplam enerjisi E olduğunda bu toplam enerji (E) ,enerjinin eşit dağılımı yasası diye bilinen temel bir istatistiksel teoreme göre ortalama olarak moleküllere eşit olarak dağılıyordu. Ortalama diyoruz, çünkü istatistiksel açıdan kesin veriler değil, ancak ortalama değerler elde edilebilmekteydi. Lord Rayleigh (1842-1919) ve Sir James Jeans(1877-1946) gazların kinetik kuramına başarıyla uygulanan istatistiksel modeli, iç duvarları kusursuz ayna olan bir kutuda hapsedilmiş "ışık" dalgalarına uygulamaya çalıştılar. Ama burada temel bir zorlukla karşılaştılar. Bir gaz kabındaki molekül sayısı çoktu; ama "sonlu"ydu, oysa ışığın hapsolduğu ideal bir kutuda farklı titreşim tiplerinin sayısı "sonsuz"du. Bu olayı kafamızda canlandırmak ve basitleştirmek için “Jeans Küpü”nün yalnızca sağ ve sol iç duvarları arasında gidip gelen dalgalar olduğunu düşünelim. Bu dalgalar, duvarlarda zamanla genliğin azalacağını söyleyen sınır koşullarına uymalıdır. Bunu üç boyutta düşündüğümüzde "sonsuzluk" sayısının daha da artacağı açıktır. Titreşim modu (Düğüm Noktası) sayısı sonsuz, ama enerji sonlu. Yani titreşim modu başına düşen Enerji = = tanımsız çıkıyordu. Bu, kuşkusuz belirsiz bir sonuçtu. Yani açıkça, klasik kuram, artık cisimlerin doğasına ilişkin bilgilerimizle çelişmekteydi. Atomik ölçekte, maddenin davranışını açıklamak için klasik fiziğin uygulama denemeleri tamamen başarısız oldu. Siyah cisim ışıması, fotoelektrik olay ve bir gaz deşarjında atomların yaydığı keskin çizgiler klasik fizik çerçevesinde anlaşılamadı. George Gamow'un da dediği gibi: "Bir kuram, cisimlerin doğası ile ilgili bilgilerimizle çeliştiği zaman, cisimlerin yapısı değil kuram yanlış olmalıdır."

4-boyutlu uzay-zaman için bu sonuç sıfır çıkar, ama Einstein denklemlerinin 5-boyutlu uzay-zamana genişletilmesi sırasında maddenin ışık hızı sınırına gelinmiş bir hız duvarında bu denklemin yazıldığını düşündüğümüzde; Einstein'in Kütle-Enerji eşitliğine göre, E=mc2 olmalıdır ve ışık hızına gelindiğinde teorik olarak kütlenin, yani buradaki m'nin de m0burada partikülün durgun kütlesi olmak üzere denklemine göre sonsuzolduğunu görürüz ki, bu durumda E/Sonsuz ifadesi; Sonsuz/Sonsuz şekline belirsiz bir limit ifadesine yakınsayacaktır. Yani kuantum mekaniğine göre düşünülürse, sonsuz dalga paketleri şeklindeki bir kütleye sahip sonlu bir enerjinin bir seri toplamı şeklindeki matematiksel toplamı yine sonsuz oluyordu. Oysa, temel enerji seviyesindeki bir hidrojen atomu için Bohr atom modeli Einstein enerji eşitliğine dönüştürüldüğünde;

şekline geliyor ve artık partiküller gibi, onların durgun enerjileri de ışık hızı sınırına yaklaştıklarında paketçikler halinde salınım yaptıklarını gösteriyordu. Düşük hızlarda ise, Newton dinamiği yasalarıyla belirlenen ifadelere indirgeniyordu ki, Einstein’ın ışık hızı sınırındaki madde davranışını incelemesi yukarıdaki göreli hareket ve enerji ifadelerini türetmişti. Durum şunu gösteriyor ki, burada üç ihtimal var gibi gözüküyor; (Ayrıca bkz: Aşağıdaki şekil ve çift yarık dalga deneyi ve girişen sonlu enerjili dalga tepelerinin kırınım ile birleşerek sonsuza yakın dalga tepesi oluşturabilmesi meselesi, diğer bir adıyla Planck siyah cisim ışınımı ve enerji dalga boylarının sonsuz seri toplamı..) sonlu enerji olmasına rağmen paralel yan yana duran iki aynada sonsuz görüntü oluşması gibi toplam enerji de limit durumda sonsuza gider, buna Zeeman-Hall etkisi de denir ve 1916 yılında Sommerfeld tarafından bu sonsuz enerjinin teorik varlığı;

Burada ve şeklinde kuantum sayılarını göstermek ve Z, toplam çekirdek kütlesi ile F toplam çekirdek yükünü göstermek üzere;

denklemleriyle gösterilmiştir.

Hidrojen atomunun temel enerji seviyeleri (Candler, 1937)