Müslüman Arap bilginleri, eski dönemlerde zamanı ölçmek için ilk kez Güneş saatini kullanmışlardı ..

Çok az sayıda düşünce insan bilincine zaman kadar derin bir şekilde nüfuz etmiştir. Zaman ve uzay fikri, insan düşüncesini binlerce yıl işgal etmiştir. Bunlar, ilk bakışta basit ve kavranılması kolay şeylermiş gibi görünebilirler, çünkü günlük deneyimimizle çok sıkı bağları vardır. Her şey uzay ve zaman içinde var olur, bu nedenle de bu kavramlar tanıdık kavramlar gibi görünürler. Ne var ki, tanıdık olan şeyin mutlaka kavranmış olması gerekmez. Daha yakından bakıldığında, zaman ve uzay, kavranması o denli kolay olan şeyler değildirler. 5. yüzyılda, zamanın göreceliğini sorgulayan ilk düşünürlerden olan St. Augustine şunu fark etmişti:

“O halde nedir zaman? Eğer bana birileri sormazsa, zamanın ne olduğunu bilirim. Ama eğer bana onun ne olduğunu soran birine zamanı açıklamak istersem, gerçekten bilmiyorum.”

Sözlükler de bu noktada pek yardımcı olmuyor. Zaman, “bir süre” olarak tanımlanıyor ve bir süre de “zaman” olarak. Bu bizi bir adım bile ileri götürmez! Gerçekte, zaman ve uzayın doğası, oldukça karmaşık bir felsefi sorundur. İnsanlar geçmiş ve geleceği birbirinden açık bir şekilde ayırt ederler. Fakat zaman duygusu, insanlara ve hatta hayvanlara özgü bir şey değildir. Gündüz bir yöne, gece başka yöne dönen bitkiler gibi organizmalar da, genellikle bir çeşit “iç saate” sahiptirler. Zaman, maddenin değişen durumunun nesnel bir ifadesidir. Ondan bahsetme biçimimizde bile bu ortaya çıkar. Zamanın “aktığından” söz etmek yaygındır. Aslında, sadece nesnel sıvılar akabilirler. Tam da bu metaforun seçilmesi, zamanın maddeden ayırt edilemez olduğunu kanıtlar. Zaman yalnızca öznel bir şey değildir. Fiziksel dünyada varolan gerçek bir süreci dile getiriş biçimimizdir. Zaman bu nedenle, tüm maddelerin sürekli bir değişim durumunda oldukları gerçeğinin ifadesidir aslında. Tüm nesnel varlıkların oldukları şeylerden başka bir şeye dönüşme kaderi ve zorunluluğudur. “Varolan her şey yok olmayı hak eder” şeklindeki bir süreçle de, her şeyin sınırlandırılmış bir zaman içerisinde var olduğunu ortaya koyar.

Aslında, her şeyin altında bir ritim duyusu yatar: Bir insanın kalp atışları, konuşma ritmi, yıldız ve gezegenlerin hareketi, gelgitin yükselişi ve alçalışı, mevsimlerin değişimi veya bir gitarın tellerinden süzülen notaların titreşimleri hep bir ritim içerisinde devam edip gider. Bunlar insan bilincine, keyfi hayaller olarak değil, evren hakkındaki esaslı bir hakikati dile getiren gerçek bir olgu olarak derin bir şekilde kazınmıştır. Bu noktada insan sezgisi yanılgı içinde değildir. Zaman, tüm biçimleriyle maddenin ayrılmaz özellikleri olan hareket ve durum değişikliğini ifade etme tarzıdır. Dilde kullandığımız zamanlar vardır, gelecek, şimdiki ve geçmiş zaman. Aklın bu muazzam keşfi, insanlığın, kendisini zamanın esaretinden kurtarabilmesini, somut durumun ötesine geçebilmesini ve yalnızca burada ve şu anda değil, en azından zihnimizde, geçmişte ve gelecekte de “var” olmasını mümkün kıldı.

Zaman ve hareket birbirinden ayrılmaz kavramlardır. Bunlar, yaşamın tümüne, düşünme ve hayal gücünün her dışavurumu da dahil, dünya hakkındaki tüm bilgimize esas teşkil eder. Ölçme, ki tüm bilimin köşe taşıdır, zaman ve uzay olmaksızın imkânsız olurdu. Müzik ve dans zamana dayanır. Sanatın kendisi, yalnızca fiziksel enerjinin sunuluşunda değil tasarımda da mevcut bulunan bir zaman ve hareket hissi taşımaya çabalar. Bir tablonun renkleri, şekilleri ve çizgileri, göze yüzey üzerinde belli bir ritim ve tempoyla kılavuzluk ederler. Sanat faaliyetiyle iletilen bu özel ruhsal durumu, düşünceyi ve duyguyu ortaya çıkaran şey budur. Zamansızlık, sanat faaliyetini tanımlamakta sıklıkla kullanılan bir sözcüktür, ama bu sözcük amaçlananın gerçekten de tam tersini ifade eder. Zamanın yokluğunu tasarlayamayız, çünkü zaman her şeyde vardır ve kainatı kaplayan tüm madde ve enerjinin içerisinden görünmeden geçmektedir.

Zaman ve Uzay arasında da bir fark vardır. Uzay, aynı zamanda konum değişimi olarak da ifade edilebilir. Madde ise, uzayda var olur ve onun içinde hareket eder. Ancak bunun gerçekleşme biçimi sonsuz sayıdadır ve titreşimseldir: İleri, geri, yukarı ya da aşağı yönlerde akabilir ve aynı zamanda akış hızı da değişebilir. Uzayda hareket tersinir’dir. Zamanda hareket ise tersinmez’dir. Bunlar maddenin aynı temel özelliğini, yani değişimini dile getirmenin iki farklı (ve aslında göreceli) yoludur. Mevcut yegâne Mutlak gerçek ise zamanın Relatif yani Göreceli olmasıdır. Aslında tarih içerisinde zamanla ilgili en büyük düşünsel ve felsefî yanılgı zamanın tek boyutlu ve sadece 4. boyutu oluşturan fiziksel bir nicelik olduğunun zannedilmesi ve sadece tek boyutlu olarak ileri yönde aktığının zannedilmesidir. Oysa ki, zamanın ışık hızı duvarına bağlı olarak ileri ve geri gidebilen uzamsal boyutunun yanı sıra bir de sinüzoidal titreşimsel dalga yapısını oluşturan frekans boyutu da vardır. Dolayısıyla zaman da tıpkı Elektromanyetik Kütleçekim alanı gibi, 2-Boyutlu bir Dalgadır. İlerki bölümlerde bu iki boyutlu zaman yapısını, teorik olarak detaylı bir şekilde incelediğimizde, aslında alışageldiğimiz uzay-zamanın 3+1 Uzay+Zaman ayrımı şeklinde değil de, daha farklı bir birleşimden oluşan bir yapı segilediğini; 3+2 Uzay-Zaman ayrımı şeklinde ve 3-Boyutlu Eliptik sinüzoidal Elektrik ve Manyetik Alanların, 2-Boyutlu düzlemde titreşmesiyle oluşturdukları Uzay yapısı olan, 3-Boyutlu Helezonik Elektromanyetik kütleçekim alanına; 3-Boyutlu düzlemde titreşerek oluşan 2-Boyutlu Hiperbolik Sinüzoidal Zaman dalgalarının eklenmesiyle ve bu dalgaların 5-Boyutlu Uzay-Zamanda komplike polarize hareketiyle oluşturdukları 5-Boyutlu Helezonik Sinüzoidal Elektromanyetik Dalgalardan oluşan bir yapı sergilediğini ve bu yapının, 10-33 cm aralıklarla Bütün Uzay-Zamanı çok küçük iplikçiklerden meydana gelen ve tüm Uzay-Zamanı hiç boşluk bırakmayacak şekilde kaplamasıyla oluşan Sicimlerin üzerine bina edildiğini göreceğiz.

Evet, gerçekten de zamanın da bir elektromanyetik dalga gibi titreşim hareketi ve bunun sonucunda da bir frekansı vardır. Fakat bunu kestirebilmek için, çok derin felsefî araştırmalara ya da aşırı teorik matematiksel hesaplamalara girmeden de basitçe görebiliriz. Şöyle ki, frekans ve zaman zaten ayrılmaz bir bütünün parçalarıdır ve birisi diğerinin işlemsel olarak tersidir. Yani frakans aslında tanım olarak, bir zaman süreci içerisinde periyodu belirli olan bir işaretin bir saniyede kaç defa tekrar ettiğini veya kaç kez o sürecin içinden geçtiğini belirleyen bir kavramdır. Bunun en basit matematiksel ifadesini yazarsak;

veya ,

veya .

denklemlerinden de açıkça görüldüğü gibi zamanın aslında bir frekans boyutunun olduğunu ve titreşim yaptığını açıkça görebiliriz. Dolayısıyla teorimizin ilerleyen kısımlarında inceleyeceğimiz gibi, zamanın 2–Boyutlu yapısından da kaynaklanan bu sonuca göre, klasik anlamdaki bakış açısından farklı olarak; 4-Boyutlu Uzay-Zamanın durağan ve sabit olan bir 3-boyutlu Uzayla sadece ileriye ve lineer olarak hareket edebilen tek boyutlu bir zaman yapısından oluştuğu görüşü yanlıştır ve aslında Uzay-Zaman yapısı, 3+2 şeklinde toplam 5-Boyutludur. 5-Boyutlu Uzay-Zaman, 3-Boyutlu Elekromanyetik Kütleçekim Alanına, 2-Boyutlu Zaman Dalgalarının eklenmesiyle oluşan bir yapıdır ve bu yapı, 5-Boyutlu Elektromanyetik Kütleçekim Dalgalarının bütün cisimleri ve maddeleri boşluk (Esir Uzayı) içerisinde sürekli titreştirerek hareket ettirmesi ve 5-Boyutlu bir görüntü ve yapı kazandırmasıyla oluşmuştur. İlerki bölümlerde, teorini Uzay-Zaman yapısını anlatan bölümlerinde de göreceğimiz gibi zaman, 2-Boyutlu hiperbolik ve sürekli titreşim yapan bir dalga yapısında olup, bu yapının tüm evreni başlangıç anından bitiş noktasına (kıyamet) kadar aynı anda ve eşzamanlı olarak (ışık hızından bağımsız) kaplamasıyla ve tek bir ilâhî güç (Kuvvet) olan (Allah C.C.) tarafından sürekli titreştirilmesiyle oluşmuştur. Dolayısıyla zamanın gerçekliğini kavramak için ışık hızını geçip geçmemek önemli değildir. Çünkü zamanın belli bir anında bir karadelik tekilliği veya bir tünel vasıtasıyla bu hiperbolik zaman yüzeyi üzerinde bulunan ve birbirinden çok uzak iki nokta arasındaki büyük bir mesafeyi (belki milyarlarca ışık yılı) çok kısa bir zaman aralığında geçebilmek mümkündür ve bu da, zamanın ışık hızından bağımsız olarak göreceli bir kavram olduğunu ve sadece kütlenin ışık hızı sınırında değişime uğradığını düşündürmektedir.

Dolayısıyla, zaman dalgaları bu hiperbolik yüzey üzerinde ileri ve geri yönlerde hareket edebilmektedir ve tüm bu sonuçlar da, zaman transformasyonu vasıtasıyla geçmiş ve gelecek zamanları aynı anda görebilmeyi mümkün kılmaktadır. İşte Görelilik (Relativite) teorisinin içerdiği esas anlam ve en önemli sonuç budur. Dolayısıyla kâinattaki her şeyi titreşen 3-Boyutlu elektromanyetik dalgalardan oluşan madde dalgaları olarak düşünürsek, bu 3-Boyutlu madde dalgasının, kendisine eşlik eden 2-Boyutlu zaman dalgasının frekansının değişmesiyle (veya değiştirilmesiyle) bu hiperbolik yüzeyin ileri ve geri yönlerinde, yani zamanda ileriye ya da geriye gidebilmesi mümkündür. İşte bu düşünce sistemi de, sabit olarak düşündüğümüz Uzay-Zaman yapısını veya 3+1 şeklinde bir ayırmaya giden Uzay+Zaman yapısı şeklindeki düşünceyi ortadan kaldırarak; Uzay-Zamana 3+2 şeklinde, Eliptik Sinüzoidal yapıdaki Helezonik Elektromanyetik Kütleçekim Alanı + Hiperbolik Sinüzoidal yapıdaki Süperzar Zaman Dalgaları = 5-Boyutlu Uzay-Zaman Dalgaları şeklinde bir Uzay-Zaman yapısını ortaya koymaktadır.

Teorinin daha detaylı matematiksel bölümlerinde de göreceğimiz gibi, bu 3-Boyutlu Kütleçekim Alanı ile 2-Boyutlu Zaman Dalgası olağanüstü bir benzerlik ve simetri göstererek birbirini tamamlamakta ve 5-Boyutlu Uzay-Zamanda bir bütün oluşturarak mükemmel bir simetri içermektedir. Şöyle ki, Kütleçekim Alanı nasıl iki parçalı bir vektör alanı birleşimi olan şeklindeki bir vektör alanından oluşuyorsa; zaman da aynı şekilde iki parçalı bir vektör alanı olan ve bileşenleri eğrisel hiperbolik zaman yüzeyinin koordinat vektörlerini oluşturan şeklinde iki parçalı bir vektör yapısından oluşur. Ve nasıl ki, Kütleçekim dalgaları kısmî türevli ikinci dereceden Laplace denklemini sağlıyorsa;

 

,

,

.

şeklinde Zaman dalgaları da aynı şekilde ve mükemmel bir biçimde Laplace denklemini sağlar:

,

,

.

İşte, yukarıdaki denklem grubundan birincisinin çözümleri, Helezonik Kütleçekim alanının Planck ölçeğinden uzayın sınırına kadar uzanan 3-Boyutlu Kuvvet Alanı çizgilerini verirken; ikinci denklem grubunun çözümleri, Hiperbolik zaman yüzeyinin geçmişe ve geleceğe uzanan 2-Boyutlu Kuvvet Alanı çizgilerini verecektir. Eğer bu iki çözüm birleştirilir ve elektromanyetik kütleçekim dalga çözümleri elde edilirse ki, ilerleyen bölümlerde bu çözümün fiziksel kaynakları içermeyen Helezonik sinüzoidal Kütleçekim alan denklemlerinin dalga denklemi çözümlerini içeren ve zamanı da içeren;

,

,

,

denklem takımları olduğunu göreceğiz. Tüm bu yukarıdaki denklem takımlarından da görüldüğü gibi, Birleşik Alan Teorisi, sadece Kütleçekimiyle Elektromanyetizmayı birleştirmekle kalmıyor; aynı zamanda Uzayla Zamanı da mükemmel bir şekilde birleştirmektedir ve her ikisinin de titreşen sinüzoidal dalgalardan oluştuğunu ortaya koymaktadır.

Zaman kavramına tekrar dönecek olursak, zamanın tersinmezliği yalnızca canlı varlıklar için mevcut değildir. Yalnızca insanlar değil, yıldızlar ve galaksiler de doğarlar ve ölürler. Değişim her şeyi etkiler ama yalnızca olumsuz bir biçimde değil. Ölümün yanı başında yaşam vardır, kaotik sandığımız bir sistemden mükemmel bir düzen ortaya çıkar. Çelişkinin iki tarafı birbirinden ayrılamaz. Ölüm olmaksızın yaşamın kendisi de mümkün olmazdı. Her insan yalnızca kendisinin değil, kendi olumsuzlanmasının ve kendi sınırlarının da farkındadır. Kâinattaki her varlık gibi, Allah’tan geldik ve tekrar O’na döneceğiz. Tüm Ölümlü varlıklar, birer fâni varlık olarak kendi yaşamlarının ölümle sonuçlanmak zorunda olduğunu anlarlar. Eyüp Kitabı’nın hatırlattığı gibi: “İnsan ki, kadından doğmuştur. Günleri kısadır ve sıkıntıya doyar. Çiçek gibi çıkar ve solar; ve gölge gibi kaçar ve durmaz.” Hayvanlar ölümden aynı şekilde korkmazlar, çünkü onun hakkında bir bilgileri yoktur. İnsanoğlu, ölümden sonra hayali bir doğaüstü var oluşa sahip ayrıcalıklı bir mezhep oluşturmakla, kendi kaderinden kaçmaya girişmiştir. Sonsuz yaşam fikri neredeyse tüm dinlerde şu veya bu biçimde vardır. Bu günahkâr dünyadaki “Gözyaşı Vadisi” için bir teselli sağlayacağı varsayılan Cennetteki hayali ölümsüzlüğe bencilce susamışlık duygusunun ardındaki itici güç budur. Böylece bütün dinlerde yüzyıllardır insanlara, öldüklerinde mutlu bir yaşam beklentisiyle dünyadaki sıkıntılara ve acılara uysalca boyun eğmeleri öğretilmiştir.

Her bireyin göçüp gitmek zorunda olduğu iyi bilinir. Gelecekte, insan yaşamı kendi “doğal” uzunluğunun çok ötesine geçecektir; fakat yine de bu yaşamın sonu gelmek zorundadır. Ancak tek tek insanlar için geçerli olan bu durum, türler için geçerli değildir. Çocuklarımız sayesinde, dostlarımızın anıları sayesinde ve insanlığın çıkarlarına yaptığımız katkılar sayesinde yaşayacağız. Arzu etme hakkına sahip olduğumuz yegâne ölümsüzlük budur. Kuşaklar ölür gider, ama yerine insan eyleminin ve bilgisinin alanını geliştiren ve zenginleştiren yenileri gelir. İnsanlık dünyayı fethedebilir ve ellerini göklere uzatabilir. Gerçek ölümsüzlük arayışı, insanlar kendilerini öncekinden daha yüksek bir düzeyde yeniledikçe, insan gelişiminin ve mükemmelleşmesinin bu sonu gelmez sürecinde somutlanır. Bu nedenle, önümüze koyabileceğimiz en büyük hedef, hem öteki dünyadaki hayali bir cenneti, hem de bu dünyadaki bir cenneti inşa etmenin gerçek toplumsal koşullarını elde etmek için mücadele etmenin yöntemini bulmaktır. İşte o zaman gerçekten mutlu olabiliriz.

İlk deneyimlerimizden, zamanın önemini kavrama noktasına gelmişizdir. Bu nedenle, birilerinin, zamanı bir yanılsama, aklın bir icadı olarak düşünmüş olması şaşırtıcıdır. Bu fikir günümüze kadar inatla sürdürülmüştür. Gerçekte, zamanın ve değişimin salt birer yanılsama olduğu düşüncesi yeni değildir. Bu fikir, Budizm gibi antik dinlerde ve Pythagoras, Platon ve Plotinus’un idealist felsefelerinde de mevcuttur. Budizmin özlemi, zamanın son bulduğu nokta olan Nirvana’ya ulaşmaktı. “Her şey hem kendisidir hem de değildir, çünkü her şey akar” ve “Aynı nehirde iki kere yıkanılmaz” derken zamanın ve değişimin doğasını doğru bir şekilde ifade etmiş olur. Devirsel bir değişim fikri, mevsimlerin değişimine mutlak bağımlı olan tarım toplumunun bir ürünüdür. Eski toplumların üretim tarzına kök salan durgun yaşam tarzı, ifadesini durgun felsefelerde bulur.

 

Gök Mekaniğini geliştiren bilim adamları: