Çekirdek Kuvvetleri: Güçlü Çekirdek Kuvveti ve Zayıf Nükleer Kuvvet.

 

Bunu biraz daha ileri götürürsek, 5-Boyutlu yani “Kaluza Relativitesinde” bu iki ana kuvvetin de aslında tek bir kuvvet olduğunu göreceğiz. Uzay-zamanın fazladan uzay boyutları olduğu düşüncesi, neredeyse Einstein’ın görelilik kuramı kadar eskidir. İlk olarak, Polonya asıllı bir alman matematikçi olan Thomas KALUZA, evrenin Einstein’ın önerdiği 3 uzay ve bir zaman boyutundan daha fazla boyuttan oluşabileceğini düşündü. Kaluza’ya göre, bildiğimiz uzay boyutlarının farkındayız, çünkü bunlar büyük ölçekli. Ancak, nasıl ki çok uzaktan izlediğimiz bir çamaşır ipi yalnızca bir çizgi (tek boyutlu) görünüp, silindir biçimini (bükülmüş ikinci boyutunu ve sarmal yapıdaki dolanmış liflerden oluşan üçüncü boyutunu…) bizden saklıyorsa; Kaluza, bu ek boyutların da uzay-zamanın her noktasında bükülmüş biçimde bizim algılayamayacağımız ölçekte küçük boyutlarda bulunabileceğini önerdi. Einstein, genel göreliliği 3 uzay ve bir zaman boyutunun oluşturduğu bir evreni betimlemek için geliştirmişti. Ancak geliştirdiği denklemlerin matematiksel biçimselliği genişletilerek daha çok boyutlu evrenler için de benzer denklemler yazılabiliyordu. Thomas KALUZA, 1919 yılında bu denklemleri beş boyutlu (fazladan bir uzay boyutlu) evrene uyguladığında, yeni bir dizi denklem elde etti. Kaluza, bu denklemleri incelediğinde bunların MAXWELL’in 1880’lerde elektromanyetik kuvveti betimlemek için yazdığı denklemlerden başka bir şey olmadığını gördü. İşte biraz sonra ispatını yapacağımız gibi, bu fazladan bir boyut ekleme, kütleçekimiyle elektromanyetizmayı ve diğer kuvvetleri birleştirerek tek bir çatı altında toplamaktadır. Fakat bu birleştirmeyi yaparken, bu kitapta, evrendeki tüm olaylar için geçerli bir birleştirme mekanizması olarak kullanılabilecek ve matematiksel olarak ispatlanmış fakat fiziksel olarak ispatı olmayan bir teori olan “Süpersicim Teorisi”’ni de kullanacağız. Süpersicim kuramına göre, evren kuvvet taşıyıcısı olarak sürekli titreşen çok küçük uzamış iplikçiklerden oluşan bir bozon ağı (Bu kitapta kullanacağımız bozon tipi “Graviton”lar olacaktır) yapısı üzerine bina edilmiştir. Bu titreşimler, tıpkı bir gitar telinin belirli bir düzende (doğal frekanslarında) titreşmesi gibi değişik değişik “parçacıklara”, bunların “kütlelerine”, “elektrik yük” ve “manyetik yük” vb. gibi özelliklerine karşılık gelmektedir. Bir sicimin, “sıfır kütleli” olarak tanımlanan ve elektromanyetik-gravitasyonel kuvveti ilettiği varsayılan graviton için, titreşimiyle taşıdığı kuvvet, sicimin gerilimiyle ters orantılıdır. Bu durumda, gerilim çok büyük olmalıdır. Gerçekten de yapılan hesaplara göre bir sicimin graviton titreşimi için gereken gerginlik, 1039 ton civarındadır. Buna “Planck gerilimi” adı verilmektedir. Evrenin tüm matematiksel yapısı 11-Boyutlu olmasına rağmen, 5-Boyutlu relativite ve süpersicim kuramı birlikte kullanıldığında, evrenin matematiksel birleşik alan teoremini oluşturmakta yeterli olmaktadır. Yani fazladan altı boyutu hasaba katmaya gerek kalmadan matematiksel bir modelleme yapılabilmektedir. Fazladan boyutların planck ölçeği büyüklüğünde betimlenmesine rağmen; beşinci boyut, planck (10-33 cm) ölçeğinde değil de, çok daha büyük, örneğin 10-17 cm ölçeğinde olursa atomaltı kuvvetlerin büyük birleşmesini gerçekleştirmektedir. Bu da, yaratıcının bize sunduğu bir lütf-u ilâhi ve içinde bulunduğumuz evreni anlamamız için verdiği bir fırsat olsa gerektir ki, çalışmamız boyunca teorik fiziğin yaklaşık 50 yıldır karmaşık denklemler ve teoriler içerisinde boğulduğunu bir kez daha farkedeceğiz ve aslında doğadaki işleyen kanunların basit ve yekpare bir açıklamasının olup olmadığını sorgulayacağız ki, aslında yaklaşık 100 yıl önce Einstein tarafından çok karmaşıkmış gibi görünen 4-boyutlu relativite teorisinin bulunmasında basit bir göreli elektromanyetizma olayının yattığını görerek dikkatimizi doğa yasalarındaki bu basit mekanizmaların, karmaşık denklemlere takılmadan klasik matematiksel kuramlarla nasıl basit bir şekilde ifade edilmesi gerektiği, konularımız boyunca okuyucunun esas odaklanması gereken bir mesele olacaktır. .

 

KUANTUM MEKANİĞİ

 

Kuantum Kuramı, 20. yüzyılın büyük kuramlarından biridir. Kuantum ne demektir? Kuantum kuramı, nedensellik kavramını, yani determinizmi nasıl etkilemiştir? Elektron nedir, bir parçacık mı, bir dalga mıdır? Yoksa her ikisi midir? Işık nedir? Bir parçacık (foton) hareketi midir, yoksa bir Elektromanyetik Dalga yayılması mıdır? Einstein, kuantum kuramının kurucuları arasında bulunduğu halde, sonradan neden ve nasıl bu kurama karşı çıkmıştır? Kuantum kuramı, deneylerle test edilmiş midir?

Karadelikleri öngören kimdir? Belirsizlik ilkesi nedir? Bu ilke matematiksel araçlarımızın yetersizliğinin bir sonucu mudur? Bu ilkeye göre evren kapalı ve sonlu mudur? Veya başlangıçta nasıl yaratılmıştır? Şimdi, kainatın yapısı hakkındaki bir kısmını burada sıraladığımız soruların yanıtlarını bulmak için Atom ve Moleküller dünyasında kısa bir gezintiye çıkacağız. Kitabımızda, ilerleyen kısımlardaki konularımız boyunca, okuyucuyu sıkmamak için evrenin yapısıyla ilgili teorik bilginin yanında genel fizikle ilgili günlük meselelere de değineceğiz. Dolayısıyla, konunun uzmanı olmayan okurlar da bu sayede meseleler hakkında genel bir bilgi sahibi olabilecektir. Ancak bazı teorik meselelerin, konunun oldukça uzmanı olan okuyucuya hitap ettiği düşünülebilir. Bu atomaltı dünya (Mikrodünya), Makrokozmos kadar çeşitli, ilginç, renkli ve heyecan vericidir. Kimya derslerinden de bilindiği gibi tüm maddeler atomlardan ve her bir atom da pozitif elektrikle yüklü bir çekirdek ve negatif yüklü elektronlardan oluşur. O halde, çok küçük atomik ölçekte kütle, atomik kütlelere karşılık gelen kesikli niceliklerden oluşur. Yani modern fizik dilinde kütlenin kuantumlanmış olduğu söylenir. Enerji içeren pek çok nicelik de kuantalanmıştır. Enerjinin kuantumlu tabiatı özellikle atom ve atomaltı dünyada ortaya çıkar.

1900 yılında Max Planck, siyah cisim ışımasını açıklamak için ışığın kuantumlu olabileceğini ileri sürdü. O zamana dek, ışığın şiddetiyle enerjisinin doğru orantılı olduğu sanılıyordu. Oysa ışığın frekansıyla enerjisi doğru orantılıydı. 1905'te Einstein bu kurama dayanarak fotoelektrik olayı açıkladı. Işık, dalga özelliği yanında foton denen kuantum (enerji paketleri) özelliği de gösteriyordu. 1924'te Fransız fizikçi Louis de Broglie, çok çarpıcı bir düşünce üretti. Basit bir matematikle, hareketli her parçacığın aynı zamanda dalga özelliği göstermesi gerektiğini ileri sürdü.